10 Ocak 2015 Cumartesi

Sözün Doğrusu- Adından Korkan Bir Bakanlık M.E.B.- Parça 3

 

          Birtakım kimseler ve kuruluşlar... 1000 yıllık Türkçemizi bilerek ve isteyerek boğazlamak istiyorlar. Moğol'un "ulus"u, önce bir meydanın ve bir gazetenin adıydı. Ulus, ulusal, ulusalcı... Şimdi habis bir ur gibi, dilimizde çoğalmaya başlıyor. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli bile "milli devlet" yerine artık "ulus devlet" diyor. Vah! Vah! Eyvah! Sırada: Ulusalcı Devinim Partisi de vardır artık! Milli Eğitim Bakanımız, eğitimde reform yapmak istiyormuş. Zor! Çok zor! Eğitimde en büyük reform, "Türkçeleşmiş Türkçedir" inancında olmak ve TBMM'den şu kanunu çıkarabilmektir:
"Türkiye'de bütün okullarda ve üniversitelerde eğitim dili Türkçedir!"

      Eski İstanbul Milletvekili Bozkurt Yaşar Öztürk'ün ve 28 arkadaşının böyle bir kanun teklifleri, Millet Meclisimizin Başkanlık Divanı'nda bekleyip duruyor.

     Milli Eğitim Bakanımız Erkan Mumcu, bu güzel teklife sahip çıkmazsa veya kendisi aynı mealde bir kanun teklifi hazırlayarak Meclis'e sunmazsa Türkçe ve Türkiye, kan kaybetmeye devam edecektir.

-Yavuz Bülent BAKİLER, Sözün Doğrusu, Yakın Plan Yayıncılık, İstanbul,2012.

Sözün Doğrusu- Adından Korkan Bakanlık M.E.B.- Parça 2



            (...) Belki içinizden omuz silkenler olabilir:
"Canım 'millet' yerine 'ulus' demekle ne kaybederiz?" diyenler çıkabilir. Çok şey kaybederiz! Kelimelerin de tarihi vardır. Bir kelime, bazen bir cihan demektir. Bir kelime, bazen bir kuyruklu yıldız gibi arkasından yüzden fazla deyimleri, vecizeleri, atasözlerini çekip getirir. Bazen bir kelime, temel taşı gibidir. Onu çekip aldınız mı bir büyük yıkılışa sebep olursunuz. Zamanla, Cumhuriyet edebiyatımızı bile okunmaz, anlaşılmaz hale sokarsınız!... Mesele, sadece millet kelimesini dilimizden atmakla halledilmiyor ki! Şimdi "millet" kelimesiyle yağtığımız şu deyimlere, tamlamalara bakın:

           "Şoför milleti, kadın milleti, Millet Meclisi, milletvekili, millet malı, milletin ağzı torba değil ki büzesin, milletin gözü önünde, milli eğitim, milli ekonomi, milli gelir, milli irade, milli marş, milli takım, milli mücadele, milli ruh, milli bütünlük, milliyetçi, milliyetsiz, milli ordu, milletlerarası, milli devlet, milli siyaset" ve daha niceleri!.. Ve daha niceleri!

          Şimdi siz, bu örneklerdeki millet ve milli kelimeleri yerine ulus ve ulusal yakıştırmalarını koyun bakalım; beğenecek misiniz? Şoför ulusu, ulusal marş, ulusal piyango,... Size de çarpık-çurpuk gelmiyor mu ? Milli Mücadeledeki muhteşem tarihi güzellik, ulusal savaşımda, var mı ? (...)

-Yavuz Bülent BAKİLER, Sözün Doğrusu, Yakın Plan Yayıncılık, İstanbul, 2012.

Sözün Doğrusu- Adından Korkan Bakanlık M.E.B. - Parça 1

 


    Yazıma yanlış bir başlı koyduğumun farkındayım. Doğrusu şöyle olmalıydı: Kendi adına düşman olan bakanlık: Milli Eğitim Bakanlığı

    Milli Eğitim Bakanlığı: Millet, milli, milliyetçi... kelimelerini, kökünden kurutmaya çalışıyor. Talim Terbiye Kurulu, bin yıldan beri konuşa konuşa Türkçeleştirdiğimiz güzelim kelimelerimize karşı anlatılma bir düşmanlı ve iptidailik içinde. Kendilerine sorarsanız:
"Bu kelimeleri niçin yasaklyorsunuz?" derseniz, samimi ve cesur olanları size şöyle cevap vereceklerdir:
"Çünkü bu kelimeler Arapça asıllı! Arapça, bize Kur'anı ve İslam'ı hatırlatıyor. Halbuki biz laik, hümanist, pozitivist bir eğitim istiyoruz!"

      İyi ama Arapçadır diye attığınız kelimenin yerine aldığınız Ulus da Türkçe değil ki; Moğolca! Açın bakın TDK sözlüğünün ikinci cildine! Ulus, Moğolca bir kelime! Ama Moğollar Müslüman değil; dahası Kur'an Moğolca indirilmedi. Bundan büyük gerekçe olabilir mi ?

     Anlayamadığım bir husus daha var: Ulus, Moğolca. Sel-sal eki ise Latince asıllı. Bir Moğol kelimesine, bir Latin eki yapıştırınca mesela "milli" yerine "ulusal" deyince, siz Öztürkçe bir kelime yaptığınızı mı sanıyorsunuz? (...)


Yavuz Bülent BAKİLER, Sözün Doğrusu, Yakın Plan Yayıncılık, İstanbul, 2012.

8 Ocak 2015 Perşembe

Hunlar-3



                 

              Güney Hunları bir müddet Çin’in egemenliği altında yaşadıktan sonra  Yu Tanhu zamanında Kuzey Hunları ile bir süre için birleşmişlerse de bu hükümdardan sonra Hunlar bir daha birleşmemek üzere ikiye ayrılmışlardır. Güneydeki kısım bir daha çıkmamak üzere Çim’in hakimiyeti altına girmiş, kuzeydeki de istiklalini daima korumuştur.  Ne var ki Kuzey Hunları Çin’in sürekli hücumlarının daima hedefleri olmuşlardır. Bir taraftan Çin’in , bir taraftan da Sienpilerin hücumları sonucu Hunlar birinci asrın sonlarından itibaren Batıya doğru çekilmişlerdir. Güney Hunlar belli ir süre daha siyasi varlıklarını korumuşlarsa da M.S. ikinci asrın sonlarında Hun ülkesinin beş eyalete bölünüp Çinli idarecilere verilmesi ile Güney Hun Devleti sona ermiştir.


KAYNAKÇA

-M.Akif AYDIN, Türk Hukuk Tarihi, Beta Basım, İstanbul, 2014.

7 Ocak 2015 Çarşamba

Hunlar-2

        


              (...)Sonraki yıllarda iktisadi ve mali sıkıntıların artması ve Hun prenslerinin aralarındaki anlaşmazlıkların çoğalması üzerine Hun İmparatoru Hohanyeh Çin’in himayesine girmek istedi. Kardeşi Çi-çi’nin buna direnmesi aralarında uzlaşamamaları sonucu devlet M.Ö. 58’de ikiye ayrıldı. Çi-çi duruma hakim olarak Hun Devleti’nin başına geçti. Hohanyeh de kendine bağlı kütlelerle Çin’in kuzeybatı sınırlarına çekildi. (Güney Hunlar) Çi-çi ise hakimiyetini batıya doğru yaymayı uygun görerek bu yönde hareket geçti. Kısa sürede Aral gölüne kadar bütün bölgeyi idaresi altına alarak Orta Asya Hun imparatorluğunu tekrar diriltti. Ancak Çi-çi ‘nin hakimiyeti uzun sürmedi. Hunları tekrar güçlendirmek istemeyen Çin, Hunlar’ın hasımlarıyla da ittifak yaparak bunlara karşı harekete geçti. M.Ö. 36’da Hun başkentne hücum ederek şehri tamamen tahrip edip Çi-çi ve ailesini ortadan kaldırdı. (...)  

KAYNAKÇA
-M.Akif AYDIN, Türk Hukuk Tarihi, Beta Basım, İstanbul, 2014.

6 Ocak 2015 Salı

Hunlar-1

               

            Hun  Devleti’nin ne zaman kurulduğu hakkında elimizde kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte bu devletin siyasi varlığı M.Ö. 4 yy’dan itibaren takip etmek mümkün olmaktadır. Çinlilerin kuzeyden gelen Hun akınlarını önlemek için M.Ö. 3. Asırda meşhur Çin seddini yaptırdıkları bilinmektedir. Hunlar’ın tarihide bu asrın sonlarında devletin başına geçen Mo-tun’un ( Mete ) önemli bir yeri vardır. M.Ö. 209-174 yılları arasında hükümran olan Mete devletinin hudutlarını doğuda Kore, batıda Aral Gölü, kuzeyde Baykal Gölü, Ob, İrtiş ve İşim nehirleri, güneyde de Çin’de Wei ırmağı, Tibet yaylası ve Karakurum dağlarına kadar genişleterek Türk soyundan gelen bütün toplulukları bir bayrak altında toplamış ve daha sonraki Türk devletleri için  siyasi, idari, askeri, bakımdan örnek teşkil eden bir devlet kurmuştur.


                Mete’den sonra Hun Devleti yavaş yavaş gücünü kaybetmeye başladı.               Bunda Mete’nin haleflerinin onun kadar başarılı olamayışlarını rolü olduğu kadar Çin’in  yavaş yavaş feodal idarecilerden kurtulup merkezi bir devlet haline gelmesinin ve ordularını Hun orduları düzeninde teşkilatlandırıp eğitmesinin de payı vardır. Neticede M.Ö. 2. Asrın sonlarına doğru (127-115) Çinlilerin Hunlara karşı kazandıkları başarılar Hun Devleti’nin ağırlık merkezinin Gobi’den kuzeye Orhun nehri bölgesine kaymasına yol açtı.
(…)


Kaynakça
-M.Akif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, Beta Basım, İstanbul, 2014. 

4 Ocak 2015 Pazar

Tarihte Olay

         





            Tarihin ne olduğu ya da nasıl tanımlanacağı konusunda tam bir anlaşma yoktur. Her bilim dalında tanım vermek güç ve bir dereceye kadar yanıltıcı bir uğraştır. Tanım genellikle kolay anlaşılır ve açık seçik de olmaz; okuyucunun belleğinde kolayca yerleşemez. Çağdaş İngiliz tarhihçisi A.J.Taylor, "Tarihçinin ana görevi, şu çocuksu soruyu yanıtlamaktır: Sonra ne oldu ve sonra kim geldi?" derken, basit ve anlaşılır bir biçimde, tarihte olayların önemini vurgulamaktadır. Tarihçi, öncelikle olayları ele alacak ve bu olayları kronolojik ve sistematik bir biçimde inceleyecektir. Kısaca, tarihçi çözümlemeden çok betimleme ile uğraşır. Önemli görevi, sayılamayacak kadar çok olan olaylar arasında önemli olanları bulmak ve inceleme için ayırmak, önemsiz saydıklarını ise elemektir.

        Bu açıklamaya katılmayan tarihçiler de var. Bunlar tıpkı doğa bilimlerinde olduğu gibi tarihte de çok sayıda ve değişik olaylar arasında nedenesel yasaların bulunabileceğini öne sürerler. Ancak tarihçinin, asıl görevi son derece karmaşık olan aralarında yapısal benzerliklerin kolay kolay bulunamadığı değişik olaylar arasında zorunlu ve sıkı bağlantılar, evrensel geçerlikte yasalar bulmak değildir. Tarihçinin incelediği olaylar, kendi başlarına, kendi içlerinde anlamlıdırlar. Fizikte yerçekimi yasası bir taşın düşmesi olayından daha açıklayıcı, değerli ve anlamlı olabilir. Ama, Napolyon'un 1812, Hitler'in 1941 Rusya seferleri, aralarındaki benzerlikler ne kadar çok olursa olsun kendi başlarına gerçek, açıklayıcı ve daha da önemlisi anlamlıdırlar.

         Disiplinler arasında işbirliği ve işbölümünün son derece geliştiği bugün, tarihçinin ana uğraşı, çok karmaşık olan, incelenmesi ve açıklanması uzun zaman alan tarihi olayları ortaya koymaya çalışmaktır. Bu açıdan tarihi, "geçmişteki insan davranışlarını inceleyen ve olayların yorumunu yapan bir bir bilim dalı " olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Dikkat edilirse tanımda "olayların yorumu" deyimi geçti. Bu deyimi bizi tarihin yalnızca "olaylar"dan ibaret olmadığı sonucuna götürüyor.

-"Oral SANDER, Siyasi Tarih, İmge Kitabevi, Ankara, 2011"

3 Ocak 2015 Cumartesi

Osmanlı Paişahlarının Şiirleri...


         Osmanlı padişahları çok yönlü insanlardı. Bazıları alim, mutasavvuf, şair; bazıları da marangoz, hattat...Çoğumuzun bildiği gibi şair padişahların sayısı az değildir. Bizde onların yazmış olduğu şiirlerden bir kaçını paylaşalım dedik...


Bana dildârın cefâsı hoş gelir  
Nitekim gayre vefâsı hoş gelir
Derdi ile hoş geçer dil dilberin
Derd sanma kim devâsı hoş gelir
Zahm-ı peykânı kızıl güldür bana
Bülbülüm hâr-ı belâsı hoş gelir
Yâreme merhem durur çün zahm-ı dost
Cânıma tîr-i belâsı hoş gelir
Ey Muhibbî âleme şâh olmadan 
Dilberin olmak gedâsı hoş gelir     :  Kanuni Sultan Süleyman (Muhibbi Mahlasını tercih etmiştir.)       

Cânı mı var kimsenün eyleye cânân ile bahs
Bendeye lâyık mıdur kim ide sultân ile bahs
İtdügi cevr ü cefâ bana vefadan yeg gelür
Kıymet-i derdi bilen ider mi dermân ile bahs
Ben de yakdum meclis-i gamda bu gönlüm şemini
Eyledüm tâ subha dek şem-i şebistân ile bahs
Ruhlarını bâg-arâ gördükde didüm misli yok 
Oldı mülzem itdügümde ben gülistân ile bahs 
Şir-i pür-sûzun görüp tahsîn ide Husrev dahi
Ey Muhibbî eyle şimdengirü Selmân ile bahs          : Kanuni Sultan Süleyman


Dolsa 'âlem ta'n degül dûd-ı siyâhumdan benüm
Mihr görmen zerrece gün yüzli mâhumdan benüm 
Nice pinhân eyleyem ol dilbere âşıklugum
Pür durur dîvân şehrün âh ü vâhumdan benüm
Devlet-i 'aşkıyla payem bir makama irdi kim
Şânumı anlar görenler izz ü câhumdan benüm 
Hâk-i pây-i yâr tâcum kûy-ı dilber mesnedüm
Reşk ider Cemşîd ü Cem taht ü külâhumdan benüm 
Hayl-i 'aşkı şâh-râh-ı gamda kılsam germ-rev
Çeşm-i encüm kuhl ider gerd-i sipâhumdan benüm
'Avniyâ bir hâle irdüm derd-i hicr-i yâr ile
'İbret alur niceler hâl-i tebâhumdan benüm       : Fatih Sultan Mehmet (Avni Mahlasını kullanır şiirlerinde)

Gönlümi dîvâne kılan zülf-i pür sevdâsıdur
Cânumı pervâne iden şem'-i bezm-ârâsıdur
Kabrüm üzre serv dikün şem' yakun dostlar
Çün beni hâk eyleyen şevk-ı ruh u bâlâsıdur
Gül yüziyle zevk u şâdînün birin on eyleyen
Gülsitân-ı hüsn içinde kâmet-i ra'nâsıdur
Ziynet olmaz gülsitân içinde gül açılmasa 
Rûyına revnak viren yârun ruh-ı zîbâsıdur 
Taze 'âşık taze dîvâne mesel meşhûrdur 
Gitdi Ferhâd ile Mecnûn 'aşkınun gavgâsıdur
'Adliyâ hükmün anunçün nâfiz oldı 'âleme
Yazılan 'unvânda yârun kaşı tugrâsıdur         : 2.Bayezid (Adli mahlaslı)

2 Ocak 2015 Cuma

Mevlid Kandili - Efendimiz(SAV)'İN Doğumunda vukuu bulan mucizevi hadiseler...


     Efendimiz (SAV) doğduğunda dünya nura gark olmuştur. Dünyayı şereflendirmiti Efendimiz (SAV). Doğumunda pek çok ilginç hadiseler yaşanmıştır. Bunların bir kaçı şöyledir ;

1-O gecenin sabahında Medine’de bir Yahudi halka seslenerek:’’Bu gece Ahmet’in yıldızı doğdu’’ demiştir.

2-Mecusilerin (ateşe tapanların)tapındığı 1000 yıldır yanmakta olan ateş sönmüştür.

3-İran Hükümdarı Kisra’nın sarayı sallanmış ve 14 sütun yıkılmıştır. Kral Kırsa canını zor kurtarmıştır.

4-Semave Deresi taşmıştır.

5-Sava Gölü kurumuştur.

6-Hz Muhammed (sav),göbeği kesilmiş ve sünnet olmuş bir şekilde dünyaya gelmiştir.,

7-Kabe'deki putlar yıkıldı.

1 Ocak 2015 Perşembe

Mekke'nin Fethi- 3.Bölüm


      Sabah oldu. Abbas(ra) Ebu Süfyan'ı da alarak, Rasulullah'ın (SAV) yanına geldi. Onları gören Rasulullah (SAV) şöyle dedi:
-"Sen ne zama Müslüman olacaksın ey Ebu Süfyan? Hala, "La ilahe illallah" demeyecek misin?
Ebu Süfyan şöyle dedi:
-"Anam babam sana feda olsun. Sen merhametli, cömert ve sabırlı bir insansın. Eğer Allah'tan (CC) başka ilah olsaydı beni kurtarırdı."
Rasulullah (SAV) şöyle dedi:
-"Yazıklar olsun sana ey Ebu Süfyani, benim Allah'ın (CC) Rasulü olduğumu kabul etmeyecek misin ?"
Ebu Süfyan:
-"Anam babam sana feda olsun, hala içimde bir şüphe var." dedi.
Hz.Abbas (ra):
-"Yazıklar olsun sana ! Boynun vurulmadan kelime-i şehadet getirmeyecek misin ? "dedi.
Ebu Süfyan nihayet şehadet getirdi:
-"Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Rasulullah."
Hz.Abbas(ra) :
-"Ebu Süfyan övülmeyi çok seve. Ona bir şey yap." dedi.
Rasulullah (SAV):
-"Evet, kim Ebu Süfyan'ın evine sığınırsa emindir. Kim evinden çıkmazsa emindir. Kim Kabe'ye sığınırsa emindir." buyurdu.

Müslümanların ordusu Mekke'ye girmeye başladı. Efendimiz (SAV) de devesinin üzerinde Mekke'ye giriyordu. Önden giden Ebu Süfyan bağırıyorud:
-"Kim Ebu Süfyan'ın evine girerse o emniyettedir. Kim Kabe'ye sığınırsa o emniyettedir. Kim kapısını kapatıp evinden çıkmazsa o da emniyettedir."
Müslümanlar Mekke'ye girmişlerdi. Mekkeliler evlerine gizlenmişti. Efendimiz (SAV) devesinin üzerinde Allah'a (CC) şükrediyordu. Hiçbir zorlukla karşılaşmadan, korkusuzca Mekke'ye giriyorlardı. Mekkeliler Rasulullah'ın (SAV) onlara bir şey yapmayacağını anlamışlardı. Rasulullah (SAV) Kabe'yi tavaf ederken onun yanına geldiler. Rasulullah (SAV) Kabe'nin kapısında şöyle dua ediyordu:
-" Allah'tan (CC) başka ilah yoktur. O'nun hiçbir ortağı yoktur. Sözünü doğrulamıştır. Kuluna yardım etmiştir. Düşmanları tek başına yenmiştir.
Ey Kureyşliler! Allah (CC) sizden cahiliyyenin pisliklerini ve babalarınızın övünme adetlerini gidermiştir. İnsanların tamamı Adem'den gelmiştir. Adem ise topraktan gelmiştir. "Ey insanlar, sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Sizi tanışasınız diye kabile ve milletlere ayırdık. Muhakkak ki Allah (CC) katında en hayırlı olanınız en muttaki olanınızdır." Ey Kureyşliler, size ne yapmamı bekliyorsunuz? 
-"Senden hayır bekliyoruz. Sen iyi bir kardeşsin." "
Rasulullah (SAV) onları toptan affetti. Kendisine işkence edenleri, onu kendi memleketinden çıkaranları affederek şöyle dedi:
-"Gidiniz, hepiniz hürsünüz."

Rasulullah (SAV) ve ashabı Kabe'ye girdiler. Şöyle diyerek oradaki putları yıkmaya başladılar.
-"HAK GELDİ, BATIL YERLE BİR OLDU. ZATEN BATIL YOK OLMAYA MAHKUMDUR."
Kabe putlardan temizlenince Bilal Kabe'de ilk kez ezan okudu.

"-Mehmet KASADAR, Siyer-i Nebi Peygamberimiz'in (SAV) Hayatı, Hicaz Yayıncılık. " Mekke'nin Fethi yazı serisi bu eserden alıntı yapılmıştır...

Mekke'nin Fethi- 2.Bölüm

     


         Efendimiz (SAV) Müslümanlara savaş için hazırlanmalarını söyledi. Fakat ne tarafa gideceklerini haber vermedi. Bütün hazırlıkları tamamlanınca Mekke'ye gideceklerini açıkladı. Sür'atle yola koyulmalarını emretti.
        Kureyş'in haber alıp kendileriyle savaş için hazırlanmalarını istemiyordu. Çünkü Mekke'ye kan dökmeden girmek istiyordu. Allah'a (CC) şöyle dua etti:
-"Ey Allah'ım Kureyşlilerin gözlerini ve kulaklarını kapat. Birden  onların şehirlerine girelim."
Rasulullah (SAV) ve ordusu yola koyuldu. Mekke yakınlarında bir yerde konakladılar. Müslümanlar tam 10.000 kişiydiler. Hz.Abbas (ra) gelerek orduya katıldı, Müslüman olduğunu açıkladı. Gece olunca Müslümanlar çadırlarının önüne ateşler yaktılar. Allah'ı zikrediyor ve O'na (CC) dua ediyorlardı. Müslümanlar gündüz savaşçı, gece ise Allah'a (CC) ibadet eden kulları oluyordu.

       Hz.Abbas (ra), Rasulullah'ın (SAV) katırına binerek ordudan ayrıldı... Rasulullah'ın (SAV) ordusuyla geldiğini ve ona karşı koyacak güçlerinin olmadığını haber vermek için, Mekke'ye haberci olarak gönderebileceği bir çoban veya haberci arıyordu. Ebu Süfyan da bazı adamlarıyla çıkmış çevreyi inceliyordu. Ateşleri görünce Müslümanların tarafına gelip onları seyretmeye başladılar.
Ebu Süfyan şöyle dedi :
-"Hiçbir gece böyle bir ateş görmedim. Bu büyük bir ordudur."
Adamlarından biri şöyle dedi:
-"Her halde bunlar Huzaalılardır."
Ebu Süfyan:
-"Huzaalıların ne bu kadar ateşi ve ne de bu kadar askeri vardır." dedi.
Hz.Abbas(ra) gece karanlığında Ebu Süfyan'ın sesini duymuş ve onu tanımıştı. Şöyle dedi:
-"Yazıklar olsun ey Ebu Süfyan. Bu Allah'ın Rasulüdür (SAV). Onun askerleridir. Kureyş'e baskın yapmaya gelmişler. Ebu Süfyan şöyle dedi:
-"Ne yapayım ey Abbas ? "
-"Anam babam sana feda olsun. Vallahi seni yakalarlarsa boynunu vururlar. Şu katıra bin, seni Rasulullah'a götüreyim. Senin için izin alayım."
Ebu Süfyan, Hz.Abbas'ın katırına bindi. Beraberce Rasulullah'ın (SAV) yanına gittiler. Efendimiz (SAV), Müslümanların yaktıkları bir ateşin çevresinde oturuyordu. Onların sesini duyunca sordular.
-"Kim o ?"
 Rasulullah'ın (SAV) katırı üzerindeki Hz.Abbas'ı görmüşlerdi.
Hz.Abbas (ra) bağırdı:
-"Rasulullah'ın amcasıyım." Onlar gelirlerken Hz.Ömer, Ebu Süfyan'ı görmüş ve tanımıştı. Bağırmaya başladı.
-"Allah'ın (CC) düşmanı Ebu Süfyan, hiçbir antlaşma ve söz olmaksızın seni aramıza düşüren Allah'a hamdolsun."
Hz.Abbas katırını süratlendird, Bir an önce Rasulullah'ın yanına varmak istiyordu. Yanına vardıklarında Hz.Ömer de peşlerinden yetişmişti.
Hz.Ömer şöyle dedi:
-"Ey Allah'ın (CC) Rasulü (SAV) işte Ebu Süfyan. Bize antlaşmasız olarak gelmiştir. Müsaade et onun boynunu vurayım."
Hz.Abbas söze karıştı:
-"Ey Allah'ın(CC) Rasulü(SAV) onu himayeme aldım."
Rasulullah (SAV) onların arasını ayırdı. Amcasına şöyle dedi:
-"Ey Abbas, sen onu yanında götür, sabah olunca getirirsin."
(...)

Mekke'nin Fethi- 1.Bölüm


            Resulullah (SAV) Kureyş ile Hudeybiye Antlaşması'nı yapmıştı. Bu antlaşmanın bir maddesine göre Kureyşliler ve Müslümanlar diledikleri kişilerle antlaşma yapabileceklerdi. Kureyşliler Beni Bekr kabilesiyle, Müslümanlar ise Huzaa kabilesiyle dostluk kurmuşlardı.

          Rasulullah (SAV) bir gün mescidde otururken, Huzaa kabilesinden Amr bin Salim gelerek Beni Bekr kabilesiyle Kureyşlilerin Huzaa kabilesine savaş açtığını haber verdi. Bu kabile Rasulullah'ın (SAV) yanında yer alıyordu. Efendimizden (SAV) yardım istiyorlardı. Kureyşliler Müslümanların müttefiki olan Huzaalulara saldırarak antlaşmayı bozmuşlardı. Rasulullah (SAV)Amr bin Salim'e şöyle dedi:
-"Size yardım edilecek ey Amr..."
         Ebu Süfyan, Huzaa kabilesinin kendilerini Rasulullah (SAV)'e şikayet edeceklerinden ve Kureyş'in yaptıklarını haber vereceklerinden korktu. Medine'ye gelerek Efendimiz ile (SAV) görüşmek ve antlaşmayı yenilemek istedi. Efendimiz (SAV) 'in hanımı olan kızı Ümmü Habibe'nin yanına gitti. Ebu Süfyan, Rasulullah (SAV)'in yatağına oturmak isteyince Ümmü Habibe ona izin vermedi. Ebu Süfyan ona kızarak şöyle dedi:
-"Ey kızım ne görüyorum. Benden bir yatağını esirgiyorsun?"
Ümmü Habibe şöyle cevap verdi:
-"Evet, Muhammed (SAV)'in yatağıdır. Sen inançsız bir adamsın. Onun yatağına oturmanı istemiyorum."
Ebu Süfyan sinirlenerek:
-" Vallahi, kızım benden sonra, sana bir kötülük gelecek" dedi.
Ebu Süfyan oradan çıkarak, Rasulullah'ın (SAV) yanına gitti. Onunla konuştu. Fakat Efendimiz (SAV), ona hiçbir şekilde cevap vermedi. Sonra Ebu Bekr (ra) 'e giderek kendisi için Efendimiz ile (SAV) konuşmasını istedi. Ebu Bekr (ra):
-"Ben böyle bir şey yapamam" dedi.
Hz.Ömer'e (ra)  gitti. O da kabul etmedi.
Hz.Ali'ye (ra) gitti. Ona şöyle dedi:
-"Ey Ali kavmimden hiçbir kimse bana merhamet etmiyor. Ben buraya bir iş için geldim. Geldiğim gibi gizlice geri dönmek istemiyorum. Rasulullah (SAV) ile benim için konuş. Hz.Ali (ra) 'da kabul etmedi. Kureyş'in Reisi Ebu Süfyan gizlice geri döndü.(...)