Dilde Arınma ve Öz Türkçecilik Meselesi...
"Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta,(...) canlı bir varlık (...)" diye tanımlar Muharrem Ergin dil kavramını. Yani dil tıpkı bizim gibidir. Yaşar, gelişir belki de ölür. Yani zamanla çeşitli değişimler geçirerek zenginleşir. Lakin bu değişme tutarsız olur ise şüphesiz neticeleri de tutarsız olur, dil ölür, gider... Günümüzdeki dil alanındaki tartışmaların büyük bir kısmını oluşturan "dilde sadeleşme"'yi iyi anlamalıyız. Lisanımıza zarar vermeden onu güzelleştirerek Türkçeleştirmeliyiz. Fakat bu konuda da şunu belirtmeliyim ki "Türkleşememiş" bir Türkçe kullanmak için de kendimizi zorlamamalıyız. Tedavi yerine "sağaltım", tarih yerine "günay", mucize yerine "tansık", hafif yerine "yeğni" denilmesi mantığa ne kadar uygun düşer. Aynı şekilde batı veya doğu özentisi olup da kendi dilimizi yıkmamalıyız. Bütün yerine "bilumum", eklem yerine "mafsal", şarkıcı yerine "muganni", dargın yerine "muğber" aynı şekilde başlık yerine "antet", salgın yerine "endemik", baskın yerine "dominant", kısakafalı yerine "brakisefal", yazıcı yerine "printer", fare yerine "mouse" demek akla uygun değildir. Dil elbette ki sınırlanabilen daha doğrusu sınırlanması doğru olan bir olgu değildir. Dilin tabi ki de gelişip, zenginleşmesi doğaldır, lakin burada esneklik payını unutmamalı, kökümüzden kopmamaya çalışmalıyız.
"(...)
Uydurma söz yapmayız,
Yapma yola sapmayız,
Türkçeleşmiş, Türkçedir;
Eski köke tapmayız.
(...)Yeni sözler gerekse,
Bunda da uy herkese,
Halkın söz yaratmada
Yollarını benimse.
(...)Arapçaya meyletme,
İran'a da hiç gitme;
Tecvîdi halktan öğren,
Fasîhlerden işitme.(...)"
"Aruz sizin olsun, hece bizimdir,
Halkın söylediği Türkçe bizimdir:
Leyl sizin, şeb sizin gece bizimdir,
Değildir bir mana üç ada muhtaç.”
Ziya Gökalp'in bu şiirlerini iyi anlamalı, dilde " ifrat ve tefrit " yoluna girmemeliyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder