31 Aralık 2014 Çarşamba

Tarihte Neden

         " Olaylar ve bu olayları açıklığa kavuşturan belgeler tarih ile uğraşanlar için temel konular olmakla birlikte, tarihçi olaylardan bir "fetiş" yaratmamalıdır. Olay, tarihin tek kurucusun değildir. Tek tek olayların nedenlerinin ortaya konmasıda tarihçinin çabası içinde olmalıdır. Tarihi bir inceleme, bir ölçüde, nedenlerin incelenmesidir; yoksa yapılan kronoloji olur. 

      Ama, tarihçinin araştırdığı nedenler hem çok hem de karmaşıktır. Örneğin 1.Dünya Savaşı'nın nedenleri, belki tüm insanlık tarihindeki önemli olayların bileşimi içinde bulunabilir. Böylesine karmaşık nedenlerle karşılaşan tarihçinin önemli görevlerinden biri, bunları önemlerine göre sıraya sokmak, bunu yaptıktan sonra, hangi nedenin ya da nedenler kategorisinin en önemlisi olduğuna karar verip, nihai nedeni ya da nedenleri bulmaktır. Tarihçinin bu yaptığı nedir ? Bu, yukarıdaki tanımda belirtildiği gibi , işlenen konunun yorumudur. Her tarihi olayın incelenmesi, nedenler arasında öncelik çevresinde döner. Yani, neden belirli bir olay , tarihin genel akışının  belirli bir noktasında ve o biçimi ile ortaya çıkarıyor ? Tarihçi sürekli bu soru ile uğraşır. "Neden" sözcüğü, bilimle uğraşanların aklına kendiliğinden "sonuç" sonuç sözcüğünü de getirir. Tarih, insanoğlunun dünyada görüldüğü ilk andan başlayarak, kopuksuz bir çizgi biçiminde, bugüne doğru aktığına ve geleceğe doğru akacağına göre, her bilim dalında bulunan "neden-sonuç" ilişkisi, tarihin de ilgilenmesi gereken bir bağlantı olmalıdır. Üstelik, tarihte belirli bir olayın sonucu ya da sonuçları, daha sonraki bir olayın nedeni ya da nedenleri arasındadır. İşte, tarih, bu "sonuç-neden-olay-sonuç-neden-olay-sonuç..."  zinciri içinde ileriye doğru bir hareket olarak görülebilir. Tarihin  bu hareket niteliği, bizi onun bir başka özelliğine götürüyor." 

-"Oral SANDER, Siyasi Tarih, İmge Kitabevi, Ankara, 2011."


30 Aralık 2014 Salı

Osmanlı Beyliği'nin Kuruluş Yıllarında Anadolu- 3.Yazı

Osmanlı Beyliği'nin Kuruluş Yıllarında Anadolu- 3.Yazı


   (...) Orta Anadolu'da sıkışıp kalan ve İlhanlı hakimiyetini kabul eden Selçuklular'a karşı onlara sözde bağlı Türkmen beylikleri, merkezi otoritesi zayıflayan Bizans'ın içinde bulunduğu siyasi bunalımdan da istifade ile Batı Anadolu'da yoğun bir faaliyete girişip küçük birer devlet halinde teşkilatlandılar Selçuklu mirasına sahip çıkan Karamanoğulları eski devlet merkezine hakim olup diğer beylikler arasında üstün bir mevki kazandılar. Selçuklu varisi olma iddialarını ve siyasetlerini diğer Türkmen beyliklerine karşı hararetle sürdürdüler. Onların belki de en karakteristik özellikleri , kendi öz yapılarının unsurlarını klasik Ortadoğu devlet sistemi olmalarıdır. Nitekim Türkçe'yi ilk defa resmi bir dil olarak kullanmış olmaları, diğer kurulan beyliklere de örnek olacak ve bugüne kadar uzanacak olan çok önemli gelişmelere yol açacaktır. Bunun en mükemmel tatbiki, hiç şüphesiz Osmanlılar tarafından gerçekleştirilecektirç 13.yy'ın son çeyreğinde Karamanoğulları'na rakip olacak yegane güç Kütahya ve yöresinde kurulmuş, Bizans hududunda yer alan Germiyanoğulları'dır. Hükümlerini Batı Anadolu'ya kadar yaymayı başaran Germiyanoğulları'nın Türk devlet anlayışının bir sonucu olarak aile üyeleri arasında toprakların bölünmesi ile güçleri azalmış eski nüfuz bölgelerindeki Türkmen grupları bağımsız idareler kurmuşlardı. Bunlardan Karesi, Aydın ve Saruhanoğulları deniz gazaları ile varlıklarını sürdürmüşler; Menteşeoğulları aynı şekilde faaliyet gösterirken Sinop ve Kastamonu yöresinde Candaroğulları, D.Karadeniz'de Trabzon Rum İmparatorluğu sınırlarında Çepni beyleri, Antalya yöresinde Hamid ve Tekeoğulları, Anadolu'nun ortalarında Eretna ve Kadı Burhaneddin Devleti, Doğu ve Güney Anadolu'da Ramazanoğulları, Dulkadiroğulları bulunmaktaydı. 

                      Nihayet bütün bu beylikler arasında başlangıçta hiç de dikkati çekmeyen, Germiyanoğulları ile Candaroğulları arasında sıkışıp kalmış toprak parçasındaki küçük bir beylik yani Osmanoğulları yavaş yavaş Batı Anadolu tarihinde yeni roller  üstleneceği bir yapıya kavuşmaya başlayacak; böylece ileride dünya tarihinin akışına yön verecek gelişmelerin temeli atılmış olacaktı.

Kaynak
-Komisyon,Osmanlı Devleti Tarihi 1.Cilt, Zaman, İstanbul, 1999.
  



Osmanlı Beyliği'nin Kuruluş Yıllarında Anadolu- 2.Yazı

Osmanlı Beyliği'nin Kuruluş Yıllarında Anadolu




          (...)Uç boylarına yerleşen Türkmenler,ananevi hayat tarzlarını sürdürüyor, Bizans topraklarına akınlar yapıyor ve elde edilen ganimeti siyasi kudret için gerekli olan iktisadi gücün kaynağı olarak kullanıyorlardı. Fakat henüz Selçuklu merkezi idaresi çeşitli problemlere rağmen otoritesini korumakta idi. Nihayet 13. yy'da Selçuklu'yu parçalayıp Anadolu'yu tehdit eden Moğol akınları, neticeleri itibariyle hiç beklenmedik yepyeni gelişmelere yol açacak ve bu durum sadece Yakındoğu tarihi değil aynı zamanda Avrupa tarihini de oldukça yakından ilgilendiren hatta çağımıza kadar uzanan yeni oluşumlara zemin hazırlayacaktır.

            Anadolu'daki Selçuklu, İlhanlı baskısı sonucu dağılmaya başlarken uç bölgelerde yavaş yavaş bağımsız veya yarı bağımsız Türkmen emirlikleri ortaya çıkmaya başladı. Moğol korkusu yüzünden Orta ve Doğu Anadolu yaylalarında büyük kitleler halinde yaşayan Türkmen boyları, Bizans'ın doğu, Anadolu'nun batı sınır boylarına adeta yığıldılar. Karadeniz'in dağlık kesimi ile Kastamonu'dan Antalya'ya uzanan dağlık bölgeler, eski otlaklarını kaybeden Türkmenlerle dolup taştı. Onların yanında çok sayıda şey, derviş ve babalar da bulunuyor ve söz konusu Türkmen boylarının manevi hayatlarında öteden beri önemli rol oynuyorlardı. Bunlar İslami teyidi sağlayıp eski " alperen " lik geleneğini geleneğini " gazi " liğe dönüştürdüler. Sınır boylarında birçok tekkenin bulunması bu faaliyetin en bariz misallerini oluşturmaktadır.

       Ayrıca yeni imkanlardan faydalanmayı düşünen şehirli unsurlar, ulema, sanatkar, tüccar, esnaf grupları, çiftçiler gibi Orta ve Doğu Anadolu'nun yerleşik halkının bir bölümü de yeni açılmış topraklara geldiler ve mevcut şehir, kasaba ve köylere yerleşerek faaliyetlerini sürdürüp müstakil hale gelen Türkmen beyliklerinin iktisadi bakımdan alt yapısını oluşturmada önemli rol üstlendiler. Özellikle ahilik teşkilatı bu organizasyonda oldukça mühim bir yere sahip oldu. Öte yandan İlhanlı hakimiyeti altındaki eski Selçuklu merkezlerinde mevcut yüksek İslam'ın temsilcileri olan Mevleviler, bu yeni beyliklerin geleneğini parlak görerek özellikle bey ailelerine nüfuz ettiler, gayri Sünni unsurların tesirlerini hafifletip dengeleyerek üst yapıda etkili oldular ve beylik merkezlerinde mevlevihaneler kurdular. Bütün bu gelişmeler, bilhassa Batı Anadolu'da teşekkül etmeye başlayan beyliklerin ortak özelliklerini teşkil etti. (...)

Osmanlı Beyliği'nin Kuruluş Yıllarında Anadolu - 1.Yazı

Osmanlı Beyliği'nin Kuruluş Yıllarında Anadolu



                    Kuruluşu adeta menkıbelere boğulmuş olan Osmanlı Beyliği'nin ortaya çıkışında 13.yy Anadolu'sunun içinde bulunduğu siyasi, sosyal ve ekonomik ortamın önemli rolü vardır. Anadolu, Kayı boyuna dayanan Osmanlı hanedanının tarih sahnesine çıktığı 13. yy sonlarına kadar hemen hemen Türkleşme ve İslamlaşma vetiresini tamamlamış bir görüntü arzetmekteydi. Bunun temellerini 1071 Malazgirt Zaferi'nden de önce atıldığı bilinmektedir. 1071 zaferi ise Anadolu'nun kısa sürede tamamlanacak olan kati fethinin başlangıcını teşkil etmişti. Asya'nın iç bölgelerinden daha 11.yy'da Selçuklu  Devleti'nin teşekkülü sırasında,Türkmen gruplarının İran ve Azerbaycan'a gittikçe kuvvetlenen göçleri daha da hız kazanmıştı. Yerleşik Selçuklu devlet sistemi gereği, yarı göçebe hayat tarzı içindeki bu gruplar, iç düzende herhangi bir karışıklığa meydan vermemeleri için hudut boylarına sevk edilmiş, böylece Suriye ve Anadolu'ya yönelik fetihler daha sağlam bir temele oturtulmaya çalışılmıştı.

                Anadolu'nun fethini gerçekleştiren ve burayı yurt tutan Selçuklu kuvvetleri işte bu Türkmen karakteri ağır basan bir yapıya sahip bulunuyorlardı. Anadolu'da müstakil bir devlet kurmayı başaran Selçuklular, organik olarak bağlı bulundukları Büyük Selçuklu Devleti gibi Asya içlerinden, İran ve Azerbaycan'dan gerek karışık siyasi ortamdan birtakım imkanlar elde etmeyi uman kalabalık Türkmen cemaatlerini Bizans sınır boylarına yerleştiriyorlardı. Onlar da bir asır boyunca sağlamış oldukları yerleşik hayatın ve devlet sisteminin, yeni göçmen gruplarca altüst edilmesinin vereceği sıkıntıları hesaba katarak, bu büyük grupların yapılarını bozmaksızın sınırdaki hassas bölgelere sevk ediyorlardı. Bunlardan iki-üç asır sınra bu gibi konar-göçer Türkmenler üzerindeki Osmanlı siyaseti ise, onların boy yapısını bozup küçük gruplar haline getirmek ve toprağa bağlamak olacaktır. (...)

29 Aralık 2014 Pazartesi

Dilde Arınma ve Öz Türkçecilik Meselesi...



        "Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta,(...) canlı bir varlık (...)" diye tanımlar Muharrem Ergin dil kavramını. Yani dil tıpkı bizim gibidir. Yaşar, gelişir belki de ölür. Yani zamanla çeşitli değişimler geçirerek zenginleşir. Lakin bu değişme tutarsız olur ise şüphesiz neticeleri de tutarsız olur, dil ölür, gider... Günümüzdeki dil alanındaki tartışmaların büyük bir kısmını oluşturan "dilde sadeleşme"'yi iyi anlamalıyız. Lisanımıza zarar vermeden onu güzelleştirerek Türkçeleştirmeliyiz. Fakat bu konuda da şunu belirtmeliyim ki "Türkleşememiş" bir Türkçe kullanmak için de kendimizi zorlamamalıyız. Tedavi yerine "sağaltım", tarih yerine "günay", mucize yerine "tansık", hafif yerine "yeğni" denilmesi mantığa ne kadar uygun düşer. Aynı şekilde batı veya doğu özentisi olup da kendi dilimizi yıkmamalıyız. Bütün yerine "bilumum", eklem yerine "mafsal", şarkıcı yerine "muganni", dargın yerine "muğber" aynı şekilde başlık yerine "antet", salgın yerine "endemik", baskın yerine "dominant", kısakafalı yerine "brakisefal", yazıcı yerine "printer", fare yerine "mouse" demek akla uygun değildir. Dil elbette ki sınırlanabilen daha doğrusu sınırlanması doğru olan bir olgu değildir. Dilin tabi ki de gelişip, zenginleşmesi doğaldır, lakin burada esneklik payını unutmamalı, kökümüzden kopmamaya çalışmalıyız.

"(...)
Uydurma söz yapmayız,
Yapma yola sapmayız,
Türkçeleşmiş, Türkçedir;
Eski köke tapmayız.

(...)Yeni sözler gerekse,

Bunda da uy herkese,
Halkın söz yaratmada
Yollarını benimse.

(...)Arapçaya meyletme,

İran'a da hiç gitme;
Tecvîdi halktan öğren,
Fasîhlerden işitme.(...)"

"Aruz sizin olsun, hece bizimdir,

Halkın söylediği Türkçe bizimdir:
Leyl sizin, şeb sizin gece bizimdir,
Değildir bir mana üç ada muhtaç.”


Ziya Gökalp'in bu şiirlerini iyi anlamalı, dilde " ifrat ve tefrit " yoluna girmemeliyiz. 

28 Aralık 2014 Pazar

Osmanlıca (!) Tartışmaları...

         


         Milletimiz genel hatları ile muhafazakar bir görüme sahip bulunmakta. Tarihine, atasına ( mana olarak tam olmasada hariçten baktığımızda) bir bağlılık, saygı beslemektedir. Bundan ötürü de eskiden uygulanan bir takım adetler, gelenek-görenekler, uygulamalar adeta kutsanmaktadır. Diğer milletler bizim tartıştığımız bazı mevzuların benzerlerini aştığı halde biz hala bu yerimizde saymaktayız. Bizim bu durumumuzda tabi ki bazı siyaset erkanına güzel bir malzeme oluyor.

        Haftalardır tartışıyoruz. Osmanlıca...Osmanlıca diye. 'Geçmişte yaşayan atalarımızın dilini canlandırmak istiyoruz.' 'Mezar taşlarını okumak istiyoruz' 'Osmanlıca zorla okutturulacak.' Maksat bizim atalarımızın geçmişte yaptığı herşeyi canlandırmak ise o zaman hep beraber ilk inancımız olan Göktürk inancına dönelim. Göktürk abecesine dönelim, ne de olsa yazıtları, balbalları, buluntuları okuyamıyoruz. Göktürkçe zorunlu olsun.. Bu fikir tabiki de mantıksızdır. İnsanlar hangi dönemi merak ediyor ise, hangi fikirlere sahip ise kendi isteğince istediği eğitimi almalıdır. Zorunlu olması yerine seçmeli olması en mantıklısıdır. Osmanlıca (!) eğitimi zorunlu olması yerine seçmeli olursa (bazı bölümler hariç) öğrenciler açısından daha verimli olacaktır. Ayrıca Osmanlıca  diye tabir ettiğimiz kavram ise Osmanlıca (!) değildir. O 'Osmanlı Türkçesi' ' dir. Türklerin tarihin bir döneminde konuşmuş oldukları bir Türkçe'dir. Bu konularda konuşurkende dikkatli olmalıyız. Yanlış adlandırmalardan sakınmalıyız. Çünkü bu ileri de başka sorunlara yol açabilir.

      Velhasıl-ı kelam (!) , "Herkes Osmanlıca öğrenecek!" (!) diye bir tümce kurmak doğru olmaz. Bu anca siyaset kokan bir tümcedir. "İsteyenler Osmanlı Türkçesi öğrenecektir." tümcesi daha yerinde olur...

27 Aralık 2014 Cumartesi

Türklerin Şeceresi- Şecere-i Terakime

Türklerin nereden geldikleri, soyunun kime dayandığı hep ilgi çeken tarihi konulardan biri olagelmiştir. Bu konu günümüzde de ilgi çeken bir mevzuu olduğu gibi tarihte de merak uyandıran konulardan biriydi.  Orta Asya'da tarih sahnesine çıkmış olan sultanlıklardan birinin sultanı olan Ebu'l Gazi Bahadır Han'da Orta Asya'da Türklerin hüküm sürdüğü yerleri egemenliği altına aldıktan sonra Türklerin soyu hakkında bir kitap kaleme almıştır. Günümüzde de orjinal hali  ve Türkçeye çevrilmiş hali bulunmaktadır.Ebu'l Gazi Bahadır Han ortaya koyduğu yapıtında, "Şecere-i Terakime"'de , Türklerin soyunu resimde gördüğünüz şekilde açıklar... Doğruluğu ve objektifliği hakkında yüzde yüz emin olamasak da merak eden arkadaşlar için meraklarını bir nebzede olsa dindirebileceğini düşündüm. Resmi kendim Şecere-i Terakime'yi okuyup hazırladım... İşinize yaraması dileğiyle...

Bazı Notlar:
1- Bazı kişi adları kitapta yazıldığı gibi geçmektedir. Başka kaynaklarda telaffuz bakımından dolayı farklılıklar olabilir. Örneğin: Tağ Han=Dağ Han...
2- Hz. Adem ve Hz. Nuh bizim bildiğimiz peygamberlerdir. Ek olarak yapıtta Bahadır Han Ehnoh'un Hz. İdris Peygaber olduğu ,Şeys ve Yafes'İn de birer peygamber oldukları ihtimallerine değinmektedir.
3-Bu şecerede Türklerin (Yafes'in torunu Türk'ten sonraki kavim)Alınca Han'a kadar müslüman olduklarında bahseder.. Oğuz Kağan'ı da müslüman biri olarak tanıtır...
4- Oğuz Han'ın çocuklarının kumalarından da 24 torunu olduğundan bahseder yani toplamda Oğuz Han'ın torunun sayısı 48'dir.



Hoşgeldiniz


              İlk olarak merhabalar arkadaşlar.. Tarih ve Fikir Platformuna hoşgeldiniz... Tarih ve diğer fikri cereyanlar, akımlar, olaylar ile alakalı konularda rahatlıkla araştırma yapacağınız bir ortama hoşgeldiniz...

             Aradığınız konu hakkında faydalı bilgiler bulmanız dileğiyle...
           
             İyi gezinmeler..