10 Ocak 2015 Cumartesi

Sözün Doğrusu- Adından Korkan Bir Bakanlık M.E.B.- Parça 3

 

          Birtakım kimseler ve kuruluşlar... 1000 yıllık Türkçemizi bilerek ve isteyerek boğazlamak istiyorlar. Moğol'un "ulus"u, önce bir meydanın ve bir gazetenin adıydı. Ulus, ulusal, ulusalcı... Şimdi habis bir ur gibi, dilimizde çoğalmaya başlıyor. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli bile "milli devlet" yerine artık "ulus devlet" diyor. Vah! Vah! Eyvah! Sırada: Ulusalcı Devinim Partisi de vardır artık! Milli Eğitim Bakanımız, eğitimde reform yapmak istiyormuş. Zor! Çok zor! Eğitimde en büyük reform, "Türkçeleşmiş Türkçedir" inancında olmak ve TBMM'den şu kanunu çıkarabilmektir:
"Türkiye'de bütün okullarda ve üniversitelerde eğitim dili Türkçedir!"

      Eski İstanbul Milletvekili Bozkurt Yaşar Öztürk'ün ve 28 arkadaşının böyle bir kanun teklifleri, Millet Meclisimizin Başkanlık Divanı'nda bekleyip duruyor.

     Milli Eğitim Bakanımız Erkan Mumcu, bu güzel teklife sahip çıkmazsa veya kendisi aynı mealde bir kanun teklifi hazırlayarak Meclis'e sunmazsa Türkçe ve Türkiye, kan kaybetmeye devam edecektir.

-Yavuz Bülent BAKİLER, Sözün Doğrusu, Yakın Plan Yayıncılık, İstanbul,2012.

Sözün Doğrusu- Adından Korkan Bakanlık M.E.B.- Parça 2



            (...) Belki içinizden omuz silkenler olabilir:
"Canım 'millet' yerine 'ulus' demekle ne kaybederiz?" diyenler çıkabilir. Çok şey kaybederiz! Kelimelerin de tarihi vardır. Bir kelime, bazen bir cihan demektir. Bir kelime, bazen bir kuyruklu yıldız gibi arkasından yüzden fazla deyimleri, vecizeleri, atasözlerini çekip getirir. Bazen bir kelime, temel taşı gibidir. Onu çekip aldınız mı bir büyük yıkılışa sebep olursunuz. Zamanla, Cumhuriyet edebiyatımızı bile okunmaz, anlaşılmaz hale sokarsınız!... Mesele, sadece millet kelimesini dilimizden atmakla halledilmiyor ki! Şimdi "millet" kelimesiyle yağtığımız şu deyimlere, tamlamalara bakın:

           "Şoför milleti, kadın milleti, Millet Meclisi, milletvekili, millet malı, milletin ağzı torba değil ki büzesin, milletin gözü önünde, milli eğitim, milli ekonomi, milli gelir, milli irade, milli marş, milli takım, milli mücadele, milli ruh, milli bütünlük, milliyetçi, milliyetsiz, milli ordu, milletlerarası, milli devlet, milli siyaset" ve daha niceleri!.. Ve daha niceleri!

          Şimdi siz, bu örneklerdeki millet ve milli kelimeleri yerine ulus ve ulusal yakıştırmalarını koyun bakalım; beğenecek misiniz? Şoför ulusu, ulusal marş, ulusal piyango,... Size de çarpık-çurpuk gelmiyor mu ? Milli Mücadeledeki muhteşem tarihi güzellik, ulusal savaşımda, var mı ? (...)

-Yavuz Bülent BAKİLER, Sözün Doğrusu, Yakın Plan Yayıncılık, İstanbul, 2012.

Sözün Doğrusu- Adından Korkan Bakanlık M.E.B. - Parça 1

 


    Yazıma yanlış bir başlı koyduğumun farkındayım. Doğrusu şöyle olmalıydı: Kendi adına düşman olan bakanlık: Milli Eğitim Bakanlığı

    Milli Eğitim Bakanlığı: Millet, milli, milliyetçi... kelimelerini, kökünden kurutmaya çalışıyor. Talim Terbiye Kurulu, bin yıldan beri konuşa konuşa Türkçeleştirdiğimiz güzelim kelimelerimize karşı anlatılma bir düşmanlı ve iptidailik içinde. Kendilerine sorarsanız:
"Bu kelimeleri niçin yasaklyorsunuz?" derseniz, samimi ve cesur olanları size şöyle cevap vereceklerdir:
"Çünkü bu kelimeler Arapça asıllı! Arapça, bize Kur'anı ve İslam'ı hatırlatıyor. Halbuki biz laik, hümanist, pozitivist bir eğitim istiyoruz!"

      İyi ama Arapçadır diye attığınız kelimenin yerine aldığınız Ulus da Türkçe değil ki; Moğolca! Açın bakın TDK sözlüğünün ikinci cildine! Ulus, Moğolca bir kelime! Ama Moğollar Müslüman değil; dahası Kur'an Moğolca indirilmedi. Bundan büyük gerekçe olabilir mi ?

     Anlayamadığım bir husus daha var: Ulus, Moğolca. Sel-sal eki ise Latince asıllı. Bir Moğol kelimesine, bir Latin eki yapıştırınca mesela "milli" yerine "ulusal" deyince, siz Öztürkçe bir kelime yaptığınızı mı sanıyorsunuz? (...)


Yavuz Bülent BAKİLER, Sözün Doğrusu, Yakın Plan Yayıncılık, İstanbul, 2012.

8 Ocak 2015 Perşembe

Hunlar-3



                 

              Güney Hunları bir müddet Çin’in egemenliği altında yaşadıktan sonra  Yu Tanhu zamanında Kuzey Hunları ile bir süre için birleşmişlerse de bu hükümdardan sonra Hunlar bir daha birleşmemek üzere ikiye ayrılmışlardır. Güneydeki kısım bir daha çıkmamak üzere Çim’in hakimiyeti altına girmiş, kuzeydeki de istiklalini daima korumuştur.  Ne var ki Kuzey Hunları Çin’in sürekli hücumlarının daima hedefleri olmuşlardır. Bir taraftan Çin’in , bir taraftan da Sienpilerin hücumları sonucu Hunlar birinci asrın sonlarından itibaren Batıya doğru çekilmişlerdir. Güney Hunlar belli ir süre daha siyasi varlıklarını korumuşlarsa da M.S. ikinci asrın sonlarında Hun ülkesinin beş eyalete bölünüp Çinli idarecilere verilmesi ile Güney Hun Devleti sona ermiştir.


KAYNAKÇA

-M.Akif AYDIN, Türk Hukuk Tarihi, Beta Basım, İstanbul, 2014.

7 Ocak 2015 Çarşamba

Hunlar-2

        


              (...)Sonraki yıllarda iktisadi ve mali sıkıntıların artması ve Hun prenslerinin aralarındaki anlaşmazlıkların çoğalması üzerine Hun İmparatoru Hohanyeh Çin’in himayesine girmek istedi. Kardeşi Çi-çi’nin buna direnmesi aralarında uzlaşamamaları sonucu devlet M.Ö. 58’de ikiye ayrıldı. Çi-çi duruma hakim olarak Hun Devleti’nin başına geçti. Hohanyeh de kendine bağlı kütlelerle Çin’in kuzeybatı sınırlarına çekildi. (Güney Hunlar) Çi-çi ise hakimiyetini batıya doğru yaymayı uygun görerek bu yönde hareket geçti. Kısa sürede Aral gölüne kadar bütün bölgeyi idaresi altına alarak Orta Asya Hun imparatorluğunu tekrar diriltti. Ancak Çi-çi ‘nin hakimiyeti uzun sürmedi. Hunları tekrar güçlendirmek istemeyen Çin, Hunlar’ın hasımlarıyla da ittifak yaparak bunlara karşı harekete geçti. M.Ö. 36’da Hun başkentne hücum ederek şehri tamamen tahrip edip Çi-çi ve ailesini ortadan kaldırdı. (...)  

KAYNAKÇA
-M.Akif AYDIN, Türk Hukuk Tarihi, Beta Basım, İstanbul, 2014.

6 Ocak 2015 Salı

Hunlar-1

               

            Hun  Devleti’nin ne zaman kurulduğu hakkında elimizde kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte bu devletin siyasi varlığı M.Ö. 4 yy’dan itibaren takip etmek mümkün olmaktadır. Çinlilerin kuzeyden gelen Hun akınlarını önlemek için M.Ö. 3. Asırda meşhur Çin seddini yaptırdıkları bilinmektedir. Hunlar’ın tarihide bu asrın sonlarında devletin başına geçen Mo-tun’un ( Mete ) önemli bir yeri vardır. M.Ö. 209-174 yılları arasında hükümran olan Mete devletinin hudutlarını doğuda Kore, batıda Aral Gölü, kuzeyde Baykal Gölü, Ob, İrtiş ve İşim nehirleri, güneyde de Çin’de Wei ırmağı, Tibet yaylası ve Karakurum dağlarına kadar genişleterek Türk soyundan gelen bütün toplulukları bir bayrak altında toplamış ve daha sonraki Türk devletleri için  siyasi, idari, askeri, bakımdan örnek teşkil eden bir devlet kurmuştur.


                Mete’den sonra Hun Devleti yavaş yavaş gücünü kaybetmeye başladı.               Bunda Mete’nin haleflerinin onun kadar başarılı olamayışlarını rolü olduğu kadar Çin’in  yavaş yavaş feodal idarecilerden kurtulup merkezi bir devlet haline gelmesinin ve ordularını Hun orduları düzeninde teşkilatlandırıp eğitmesinin de payı vardır. Neticede M.Ö. 2. Asrın sonlarına doğru (127-115) Çinlilerin Hunlara karşı kazandıkları başarılar Hun Devleti’nin ağırlık merkezinin Gobi’den kuzeye Orhun nehri bölgesine kaymasına yol açtı.
(…)


Kaynakça
-M.Akif Aydın, Türk Hukuk Tarihi, Beta Basım, İstanbul, 2014. 

4 Ocak 2015 Pazar

Tarihte Olay

         





            Tarihin ne olduğu ya da nasıl tanımlanacağı konusunda tam bir anlaşma yoktur. Her bilim dalında tanım vermek güç ve bir dereceye kadar yanıltıcı bir uğraştır. Tanım genellikle kolay anlaşılır ve açık seçik de olmaz; okuyucunun belleğinde kolayca yerleşemez. Çağdaş İngiliz tarhihçisi A.J.Taylor, "Tarihçinin ana görevi, şu çocuksu soruyu yanıtlamaktır: Sonra ne oldu ve sonra kim geldi?" derken, basit ve anlaşılır bir biçimde, tarihte olayların önemini vurgulamaktadır. Tarihçi, öncelikle olayları ele alacak ve bu olayları kronolojik ve sistematik bir biçimde inceleyecektir. Kısaca, tarihçi çözümlemeden çok betimleme ile uğraşır. Önemli görevi, sayılamayacak kadar çok olan olaylar arasında önemli olanları bulmak ve inceleme için ayırmak, önemsiz saydıklarını ise elemektir.

        Bu açıklamaya katılmayan tarihçiler de var. Bunlar tıpkı doğa bilimlerinde olduğu gibi tarihte de çok sayıda ve değişik olaylar arasında nedenesel yasaların bulunabileceğini öne sürerler. Ancak tarihçinin, asıl görevi son derece karmaşık olan aralarında yapısal benzerliklerin kolay kolay bulunamadığı değişik olaylar arasında zorunlu ve sıkı bağlantılar, evrensel geçerlikte yasalar bulmak değildir. Tarihçinin incelediği olaylar, kendi başlarına, kendi içlerinde anlamlıdırlar. Fizikte yerçekimi yasası bir taşın düşmesi olayından daha açıklayıcı, değerli ve anlamlı olabilir. Ama, Napolyon'un 1812, Hitler'in 1941 Rusya seferleri, aralarındaki benzerlikler ne kadar çok olursa olsun kendi başlarına gerçek, açıklayıcı ve daha da önemlisi anlamlıdırlar.

         Disiplinler arasında işbirliği ve işbölümünün son derece geliştiği bugün, tarihçinin ana uğraşı, çok karmaşık olan, incelenmesi ve açıklanması uzun zaman alan tarihi olayları ortaya koymaya çalışmaktır. Bu açıdan tarihi, "geçmişteki insan davranışlarını inceleyen ve olayların yorumunu yapan bir bir bilim dalı " olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Dikkat edilirse tanımda "olayların yorumu" deyimi geçti. Bu deyimi bizi tarihin yalnızca "olaylar"dan ibaret olmadığı sonucuna götürüyor.

-"Oral SANDER, Siyasi Tarih, İmge Kitabevi, Ankara, 2011"